Arayış

İzmir’deki Doğançay mezarlığında isimsiz mezarlar. (Foto: Andrew Seal)

MEZARLARI BELİRLEYEN ELLE YAZILMIŞ BEŞ RAKAMDAN OLUŞAN KÜÇÜK BİR TABELA. BİR TANESİ 47609, BİR SONRAKİ, 40607. Bir noktada altı sıra tabela var. İzmir’deki Doğançay mezarlığının isimsiz mezarlar bölümünü kesen yolun ardında daha düzinelercesi var. Mezarlar, binaların arasından uzaktan da olsa Akdeniz’e bakıyor.

İlk bakışta sakin görünse de bu ürkünç sular, buradakilerin çoğunun son nefesini verdiği yer. Türkiye’nin kıyı kentlerinde sahipsiz cesetler bulmak artık sıradanlaşmış. Doğançay mezarlığında yatanlar daha iyi bir hayat ararken canlarını vermiş, herşeyi göze almış bu isimsiz sığınmacıların sadece bir bölümünü temsil ediyor.

Bunlardan Mujtaba Haidar ailesini toprağa verebilmiş değil. Üç yıl once eşi Shila, ve üç çocuklarıyla: Zahra, 8, Behram, 7, ve Behzad, 3, birlikte Yunanistan’a giden bir bota bindiler. Tekneleri Türk kıyılarının biraz açığında alabora olunca, Mujtaba ve büyük oğlu kurtarıldı, ancak ailenin geri kalanı bulunamadı.

Onları arayışı — ve hala bir sonuç alamamış olması — belki de bir yerlerde, bir şekilde hayatta olabileceklerine dair inancını körüklüyor.

Sadece geçen yıl, 3,000 göçmen Akdeniz’i geçmeye çalışırken ya boğuldu, ya da kayboldu. Savaştan bunalan Suriye, Afganistan, Somali ve Libya gibi ülkelerde karşı karşıya kaldıkları sefalet ve şiddet, binlerce insanı tıklım tıklım doldurulmuş bir şişme botla bu yasa dışı geçişi yapmaya zorluyor. Bu, birçoğu için ileride bir gelecek sahibi olmak amacıyla atabilecekleri son çaresiz adım. Ancak, soğuk Akdeniz’in huysuz dalgaları, Uluslararası Göç Örgütü (IOM) verilerine göre 2014 yılından bu yana 15,500 kşinin canını almış durumda.

  Kaynak: Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Arrests Tablo ve ekran görüntüsü tableau ile oluşturulmuştur.İnteraktif versiyonu incele

Cansız bedenler Türkiye’de kıyıya vurdukça veya denizden çıkartıldıkça, o bölgenin morguna kaldırılıyor, adli tabip bir fotoğraf çekiyor, fiziksel özellikleri kaydediyor ve bir DNA örneği alıyor. Ceset eğer 15 gün içinde kimse sahiplenmezse bir numara verilerek defnediliyor. DNA da diğer bilgilerle birlikte belki de bir gün aileleri gelip sevdiklerini ararlar umuduyla beş yıl boyunca saklanıyor. Ancak Haidar İstanbul morguna giderek ailesini bulmak için kan vermek istediğinde bu isteği reddedilmiş. Bunun yerine kendisine yüzlerce ceset resmi gösterilerek eşi Shila ve çocuklarını bunlar arasında bulması istenmiş. Yetkililer, eğer benzeyen birini bulursa DNA’sını o zaman alacaklarını söylemişler.

“Gösterilen fotoğrafların hiç biri aileme ait değildi,” diyor Haidar.

Canı sıkkın ve kafası karışık şekilde arama ve kurtarma konusunda faaliyet gösteren bir STK olan, Birleşik Kurtarma (United Rescues) kuruluşuna başvurduğunda, orada Stella Chiarelli ile tanıştı. Mimarlık yaparken mesleğinden vazgeçen ve hayatını göçmen gönüllüsü ve STK’nın başkanı olarak geçiren Chiarelli, denizde kaybolan yüzlerce ailenin durumunu biliyordu. Sayıları artan bu dramlar karşısında Birleşik Kurtarma, bir kayıp kişiler birimi kurdu.

Chiarelli, Mujtaba’nın fotoğraflardan kimseyi tanımamasına şaşırmadı. Cesetlerin suyun içinde şiştiğini veya başka türlü nedenlerle tanınmayacak hale geldiğini izah ederek “Birçok ceset [morga] tanınmayacak şekilde geliyor.” diyor. Bu gibi vakalarda DNA tek alternatif olarak kalıyor diyor, ancak, bu olanağı bizim kuruluşumuza kayıtlı kayıp vakalarının hiçbirinde kullanmak mümkün olmadı. Kendi tecrübesine göre, morglar, mahkeme kararı olmadan aile üyelerinden DNA örneği almayı reddediyor. Chiarelli and Haidar yedi yaşındaki Behram’ı da yanlarına alarak Adalet Bakanlığı’na gittiler. Haidar’ın durumunu izah edip gerekli mahkeme kararını alabileceklerini umuyorlardı, ancak işler umdukları gibi gitmedi.

“Bize cesedin bulunduğu şehrin mahkemesine gitmemizi söylediler,” diyor Chiarelli. Ancak, Haidar’ın durumunda, ailesinin cesetlerinin nereye kaldırıldığı, hatta cesetlerin bulunup bulunmadığı bile belli değildi.

“Herşey karmakarışık” diyor Haidar kızarak “İşleyen bir sistem veya süreç yok.” Amacı basit: Ailesini bulmak zorunda. Fakat bu bilgi, Chiarelli için daha başından imkansız bir sürece bir karmaşa katı daha ekliyor.

“Türkiye’deki morgların birbirleriyle bağlantıları olmadığını veya bir merkezi veritabanı olmadığını bilmiyordum,” diyor. Sadece bir tek yöntem kalmıştı deneyecek — cesetlerin götürülmüş olabileceği tüm kıyı şehirlerinin morglarını dolaşmak. Bu yolculuk her ikisi için de daha öncekilere benzemez bir yolculuktu, ancak Haidar çaresizdi ve Chiarelli ona mutlaka, şu veya bu şekilde yardımcı olmak istiyordu.

Haidar’ın sakin davranışlarından, şefkatinden ve sessiz kararlılığından etkilenmişti. İki hafta sürecek yolculuklarının daha ilk gecesinde doğru kararı vermiş olduğuna kanaat getirdi. İzmir’den yaklaşık 300 kilometre uzaklıkta Ayvalık kasabasına vardıklarında, şehrin kenarında salaş bir otelde bir tek oda bulabildiler. Chiarelli’nin odadaki iki yatağı Haidar ve oğlunun paylaşması konusundaki ısrarına ragmen baba-oğul, kapının dışında yerde yattılar.

“O an benim için herşeyin değiştiği andı, ve herşeyin daha da özel olacağını anlamıştım,” diyor. Sonraki 13 günü, İzmir dahil bütün sahil kentlerinin morglarını, polis karakollarını, hastaneleri ve mezarlıkları gezerek geçirdiler.

Her şehirde, her morgda ve her mahkemede aynı şeyleri işittiler. Eğer Haidar cesetlerden birini tanıyabilirse o zaman DNA vermesine izin verecek mahkeme kararı çıkar dediler. Morg ancak ondan sonra verilen örnekle cesedin DNA testlerini gerçekleştirebilecekti.

Sürecin mantığı Chiarelli’nin kafasına bir türlü yatmıyordu. “Eğer bir yerde bir hırsızlık yapılsa ve hırsızın parmak izleri elinizde olsa, bu parmak izini bütün polis kayıtlarında araştırmaz mıydınız? Neden DNA için aynı şey yapılmıyor?” diyor. Haidar, oğlunun kepçe kulaklarını, kızının çırpı gibi uzun bacaklarını veya eşinin uzun siyah saçlarını görürüm umuduyla her gün fotoğraflara bakıyor, denizden çıkarılan bedenleri izliyordu. Ama onları bulamadı.

“Her gün bunları yapmak zorunda kalmak, çok, çok zordu ama başka yolu da yoktu,” diyor Haidar. Bu yolculuktan tek kazancı Chiarelli ile arkadaşlığı oldu. Şimdi ne zaman ihtiyacı olursa Chiarelli’yi arayıp görüşebiliyor.

“Benim yakın arkadaşım o,” diyor. Birlikte çıktıkları yolculuk Chiarelli için yaptığı en zor şeylerden biriydi, ancak Haidar’ın ailesi hakkında konuştuklarını dinlemek ve onları ne kadar özlediğini anlamak bu yolculuğu tamamlamak için kendisine güç verdi.

“Sanırım devam etmeleri için gerekli gücü bir şekilde kendilerine vermek istiyordum, ama onlar da karşılığında bana güç verdi,” diye bahsediyor baba-oğuldan. Chiarelli’ye göre seyahat sonrası, daha sonraki adımları tartışmak için her hafta biraraya gelmelerine ragmen, DNA durumuyla ilgili bir duvara toslamış durumdalar.

Sorularına cevap bulamadıkça Haidar’ın ailesinin hala hayatta olduğuna dair inancı güçleniyor, ailesi belki kendisi ile iletişim kuramayacakları bir göçmen kampında. Teorisini ispatlamak için mülteci ve göçmen kamplarını ve toplama merkezlerini dolaşıyor, hatta akrabaları aracılığıyla Yunanistan kamplarını bile araştırıyor. Ailesinin yok olduğunu kabul edemiyor. Sonuçta elinde herhangi bir kanıt yok.

“Duruma bakarsak, olayın kendisine bakarsak hayatta olma ihtimalleri yüzde sıfır, Ama gene de içimde hayatta olduklarına dair bir his var.” diyor, elini kalbinin üstüne koyarak.

Chiarelli böylesi umutlarla ilk kez karşılaşmıyor. “Eğer ceset bulunamıyorsa, bir yerlerde hayatta olma ihtimalleri her zaman var,” diyor kendisi. “Umut hiç bir zaman tükenmiyor.”

Birleşmiş Kurtarmanın elinde şu anda hepsi de sevdiklerinin nerede olduğunu bilmeyen ailelerden oluşan 300 tane aktif vaka var. Chiarelli bu rakamın gerçek toplamın ancak ufak bir yüzdesi olduğunu düşünüyor. Çalıştığı STK küçük, sadece 5 kişi çok sınırlı kaynaklarla çalışıyor. Ancak en büyük engelin DNA sistemi olduğunu belirtiyor. Elindeki vakaların tahminen 100 tanesinin DNA eşleştirmesiyle çözülebileceğini ve ailelere en azından çok ihtiyaçları olan bir bitiş duygusu vereceğini tahmin ediyor. Ancak Haidar’ın en azından bir konuda şanslı olduğunu düşünüyor.

“Ülkede seyahat edebilme imkanı var. Bir çok aile ya Avrupa’da ya da kendi ülkelerinden çıkamıyorlar,” diyor. “Diğerleri için bu imkansız.”

International Reporting Program UBC

Çıkış yok, UBC Gazetecilik Yüksek Lisans Okulu tarafından geliştirilen Uluslararası Raporlama Programı’nın bir projesidir.